23 Temmuz 2010 Cuma

Akhisar ' ın Yollarında Yanlız Bir Gezginin Notları...


Şehirde işlerimi halledip son otobüsle köye dönüyorum... Biraz yorgun biraz dalgın aklım bir yerlere takılıyor dalıp gidiyorum... Gözümü açar açmaz köy çatımızı kaçırdığımı otobüsün inmem gereken yeri geçip gittiğini farkediyorum...

Şöföre olan kızgınlığım otobüsten inince yerini dinginliğe bırakıyor... Çünkü Akhisar - Gördes yolunun ıssızlığı içinde günbatımını renk cümbüşü pırlıtıları gözümü alıyor... Akşam yelinin tenime her değişi tüylerimi diken diken ederken , ıssızlığın ürpertisi kaplıyor içimi... Yürümeye başlıyorum... Rüzgarın yaramaz bir çocuk gibi salladığı yaspraklar sanki benim için güne veda danslarını sergiliyorlar... Hüşu içinde izliyorum...

Boydan boya uzanan boş yolun ıssızlığını ve sessizliğini virajı alan arabaların gürültüleri gürültüleri yırtıyor... Yolun kenarına dikilmiş yazlılara bağlanmış köpekler önlerinden geçerken biraz sinirli biraz korkak tanıma dıkları bu yabancıyı süzüyorlar ... Rüzgar etkisini giderek arttırıyor... Üstüm ince , bir üşüme alıyor beni... Oğlum rüzgarı düşünerek içimi ısıtmaya çalışıyorum... Bir taraftan da dalgınlığım için kendime kızıyorum... Eeee nede olsa hep akılsız başın cezasını ayaklar çekiyor...

Nihayet yol çatısı ve köy tabelamız ufukta gözüküyor... Adımlarımı hızlandırıyorum... Karanlık çökmeye başlamış ve güneş etkisini iyiden iyiye kaybetmiş ... Deklanşöre basıp gün batımının o son demlerini fotoğraflayarak güneşle vedalaşıyorum... İçeriye bir kilometre kadar yolum var... Güneşi arkamda bırakıp köy yoluna dönüyorum... Islık çala çala esen rüzgara ben de bildiğim güzel melodilerle eşlik ediyorum...

İlerlerken karşıma dikilen heybetli bir ağaç , gür dalları ve rüzgarda heyecanlı bir şeyler söyler gibi hararetli hararetli sallanan yaprak larıyla beni etkiliyor ... Hemen onu da fotoğ raflayıp ölümsüz leştirip heybetinin hakkını vermeye çalışıyorum ... Ne de olsa bu koca yolda tek başına bekçilik yapıyor... Yolun bu cesur şövalyesiyle vedalaşıp yoluma devam ediyorum...

Karşıma babamızın Milli Piyangodan çıkan parayla çaktırdığı 250 metre kadar derine giden bu kaynağın suyu döşenen tesisatla köyümüzdeki tüm hanelere dağıtılıyor... Babam bu hareketinin herkesin yapması gereken bir insanlık görevi olduğunu söylüyor.. Sanırım fazla söze gerek yok...


Köy yolunda ilerlemeye devam ediyorum... Artık evlerimiz bir bir görülmeye başlıyor... Köyümüzün en yüksek binası olan Merkez Cami ' mizi de notlarımın ve fotoğraf larımın arasına alıp evimizin hemen aşağısında yer alan beni haleti ruhiye siyle fazlasıyla etkileyen köy kahvemizin önünden saygıyla geçiyorum...

Sabah ki şehir koştur macamı köyü müzün yolunda dingin ve etkeliyici akşam yürüyüşü ile atmak bedenimi ve ruhumu dinlen diriyor ... Huzur içinde evime , eşime ve oğlum Rüzgar ' ıma varıyorum...

KARANLIK KOYUN KANLI SULARI

The Cove 
Belgeselinin Afişi
The Cove Belgeselinin Afişi

Son dönemlerin en etkileyici belgesellerinden biri olan The Cove ( KOY ) dün gece ( 16 Temmuz 2010 Cuma akşamı ) NTV ' nin Belgesel Kuşağı ' nda izleyicilerle buluştu... Daha önce NTV Belgesel Günleri ' nde sinemalarda beğeniyle takip edilen olay yaratan Oscarlık belgeseli , gündemde değilken çok önce gözyaşları içinde izlemiş , etkisinden uzun bir süre kurtulamamıştım...
Çocukluğumun 
Flipper dizisinin afişi
Çocukluğumun Flipper dizisinin afişi

Çocukluğumun en sevdiğim televizyon dizilerinden biri olan Yunus Flipper , beni o yaşlarda bile en ateşli hayvanseverlerden biri yapmıştı... Her yıl gittiğimiz Altınoluk ' taki yazlığımızda kah tekneyle açıldığımızda , kah sahildeyken rastlaştığımız yunusları , keyifle seyretmiş ve çocukluk yıllarımda masum gözlerimle beğenerek izlediğim Flipper ' ı çocukluk hatıralarıma dala çıka anmıştım...

Taiji deki o kanlı koy kurbanlarını bekliyor...
Taiji deki o kanlı koy kurbanlarını bekliyor...

Taki o güne kadar... Yani The Cove ( KOY ) belgeselini içim sızlaya sızlaya izleyene kadar... Japon balıkçıların , Taiji ' de bulunan uzak saklı bir koyda uluslararası yasaları hiçe sayarak insanlık dışı uygulamalarla yunus neslini tehlikeye atarak giriştikleri katliamlar kanımı dondurdu ve belleğimdeki masum anılarımı bir kalemde sildi attı...
Mavi cennetin 
asil efendileri yunuslar...
Mavi cennetin asil efendileri yunuslar...

Çekik gözlü , sözde sempatik milli dostlarımız Japonlara bakış açımı yeniden gözden geçirmeme sebep olan bu belgesel bana bir kere daha vahşi kapitalist dünyanın tek dişi kalmış ama yine de canavarca olan yasalarını hatırlattı... Gözlerimizin önüne çekilmiş toz pembe perdelerin ardında hangi çirkin oyunların döndüğünü ve çarkların işleyişi , paranın efendiliğini sürdürmesi adına nasıl insanlık suçları işlendiğini görmemi sağladı...
Rick 
O'Barry
Rick O'Barry

Belgeselin en önemli isimlerinden birisi de , yapımın hayata geçmesini sağlayan , bizzat Flipper dizisindeki 5 yunusu yakalayıp eğitmiş Ric O'Barry..
Her ne kadar pişmanlık dolu ifadelerini görsem de Flipper daki yunusların kollarında intiharlarını anlatışıyla başlayan , kendisinin bir günah çıkarma ayinini andıran pişmanlık yüklü sözlerini utanarak seyrettim... Gizli kameralarla yapılan , dikenli tellerle çevrili , '' Giriş Yasak '' tabelalarıyla donatılmış yerlerde yapılmış kaçak çekimler , o kadar etkileyici ki , aslında dünyada olup biten hiçbirşeyin göründüğü gibi olmadığını şirin ve eğlenceli gibi gözüken yunus gösterilerine şüphe ile yaklaşmanın ne kadar doğru bir tutum olduğunu anlıyorsunuz...
Dikenli telleri kesen dalgıçların gece görüş gözlüğünden 
görünüşleri
Dikenli telleri kesen dalgıçların gece görüş gözlüğünden görünüşleri

Dikenli tellerle çevrili kanlı koy
Dikenli tellerle çevrili kanlı koy

Çocuklarıyla başbaşa keyifli bir belgesel izleyeceklerini düşünenler umarım kritikleri okumuşlar ve çocuklarının ruh sağlıklarını etkilememek adına , onlara sütlerini içirtip erkenden yataklarına yollamışlardır... Sadece Japonların o köyde yaptıkları katliamları değil , çevremizde olup biten herşeyi birkere daha gözden geçirip yorumlamalı , hiçbirşeye hemen inanmadan en ince ayrıntısına kadar sorgulamalıyız...
yorumsuz....
yorumsuz....

Basit bir seyirlik olmasından öte , The Cove ( KOY ) , şapkamızı önümüze alıp tüm değer sistemimizi acilen masaya yatırmamız gerektiğini vurguluyor... Bu arada belgeselin yeniden gösterimi 18 Temmuz 2010 Pazar günü saat 14:15 de Ntv de karşımızda olacak... Kesinlikle kaçırmayın derim... Sevgi ve Saygılarımla... FIRAT ÖÇAL

Gelinlerin En Güzeliyle Bin Kere Daha Evlenmek...

'' Şu tepedeki kutuda ne vardı , indir bakalım bi '' , cümlesinin bizi geçmişin en tatlı hatıralarına dalıp götüre ceğini kim tahmin ederdi ki ... Yıl 2003 davullu zurnalı bir köy düğünü ... Bende jilet gibi damat lıklar - şimdi lerde içine sığamadığımı belirtmeliyim , ahh kör olmayasıca yıllar - eşimde de yazımın konusu olan tarihi filimlerden fırlamış kıyafetleri andıran inanılmaz gösterişli ipekli tüllü gelinliği...


Kendim rezil olmamak için en gizli yerlere saklamak isterdim damat lıklarımı , şu kilom alıp başını gittiği için.. Ama iyiki bakmışız o kutuya ve çıkarmışız eşimin o kar beyazı güzeller güzeli gelinliğini... Onu en mutlu eden şeyde göbekte biraz zorlansada hala içine rahatça girebiliyor olması..

Sanki sadece giydiği bir gelinlik değil , ilk gençliğinin o taptaze ruhu da üzerinde şimdi... İlk görüşte aşkın pırıltılarını gözlerinden okuya biliyorum ... Hala göz alıcı tazeliği ve güzelliği ile gülümsüyor o sapa sağlam duran gelinliğin içinde... Belki de sağlam olan gelinlik değil.. Yılların eskitemediği aşk dolu ruhu ve tutkulu ama bir o kadarda şirin gülümsemesi...

Şöööyle bir düşündüm... '' Yaş 35 yolun yarısı , dante gibi ortasındayız ömrün '' şiirini geçeli 3 yıl olmuş bende... Ama hala kendimi üniversite çağlarındaki bir gencin yaşama arzusunu hissettiği gibi hissediyorum...

Sevgili eşimde de aynı enerjiyi gördüm... O gelinliğin içinde çocuklar gibi neşeli ve tutkulu öyle bir dans edişi vardı ki , insanın bir kere değil bin kere daha evlenesi geliyor hayat katığımla... İyi ki varsın ve yanımdasın diyorum ve fotoğraflarla ölümsüzleştiriyorum sevgili yavrumu...

Clio Symbolümüzün Tamir Macerası ve Ciğeri Beş Para Etmez Ruhsuz Satıcı Sahne : 2 - Balıkesir Sürünmeleri



Arabamızın tamir macerası sürüyor... Evet , malesef hala bitmedi kara kabus... Tanıdık bir şehirdeyim , memleketim Balıkesir ' de... Gaz ve rölanti problemlerini çözebilmek için tartarini sıralı gaz sistemlerinin bilgisayar programının bulunduğu Balıkesir Yeni Sanayisindeki Efe Otogaz ' dayım...

Sorunların birini çözüyor , ardından çıkan diğer bir süpriz problemle boğuşu yorum... Masraflar yeni masrafları kovalıyor... Bu akla zarar koşturma canın sonu bakalım nereye varacak... Az önce ustam geldi... Birinci pistonun gazda çalışmadığını , buji kablolarının değişip benzinle ilgili sorunların halledildiğini ama gaz sistemi ile ilgili sorunların çözülebilmesi için enjektörlerin elden geçmesi ve kalibrasyonunun yapılması gerektiğini söyledi... Aaahhh ahh , ciğeri beş para etmez ruhsuz soysuz satıcı ... Allah ' ından bul , sürüm sürüm sürün , gün yüzü görme inşallah emi... Sana az bile bu beddualarım... Yaptıklarının yanında bu beddualar sana hayır duası bile sayılabilir... Bütün bu eziyeti çekilir kılan tek şeyse her gittiğim yerde klimalı salonlarda soluklanma fırsatımın olması... Biraz olsun serinlik dayınılabilir kılıyor bu ızdırabı...

İlk göz ağrım memleketim Balıkesir ' imi çooook çook özlemişim... Daha şehrimizin merkezine ayağımı basma şansım olmadı ama havası bile beni kendime getirmeye yetti... Bildik caddeleri seyrederken , tadı damağımda kalmış anıları yeniden yaşıyor gibiyim... Umarım işim erken biter de , biraz olsun vakit geçirebilirim şehrimde... Ahhh vicdansız barbar satıcı... Vah ona güvenen akılsız başımız...
Şimdi de sıra aracımızı bilgisayara bağlamaya geldi... Kalibrasyon yapılacak... Yani beyin ayarı... Yarım saat kadar sürüyor işlem... Sabırla bekliyorum... Derken bir sorun daha çıkıyor... Hem de ne sorun... problemlerin kaynağını kablo ve girişlerde ararken sistemin yanlış takıldığı anlaşılıyor.. tüm sistem yeniden sökülüp takılacak ve ayara öyle girişilecek.. Aman Allahım , bu akşamı bulmam demek... Çaresiz sanayiye mahkum kalıyorum... Hayallerim suya düşüyor.. Bi gezemeyeceğim caaanım memleketimi... Habire yeni sorunlar çıkıyor çünkü... Ayrılamıyorsun aracın başından.. Karnımı bile doyuramadım... Paso çay , kahve... Ha gayret ustam, değiştirdi tüm sistemi.. Allahım lütfen sorun çıkmasın artık... Tekrar bilgisayara bağlıyoruz.. Yeni sil baştan kalibrasyon için... Haydaaaa , bu sefer bujiler tekliyor.. Tekrar açıp temizleme işi çıkıyor... Offffffffffffff... Saat 6 oldu... Ben bittim , ancak iş bitmedi... Artık o ciğeri beş para etmez herife söylediklerimi burada yazamıyorum.. Bir süredir bahsetmiyorum diye bağışladım zannetmesin sevgili arkadaşlarım... Sadece biplik şeyler.. Sitemiz filan kapanır , başımıza iş almayalım... Neyse , son kontrollerden sonra , artık sorun kalmadığını söylüyor ustam... Kalibrasyon için 4. kez sokuyoruz aracı bilgisayara..
Nihayet tamam!!! Oooooh beee diyorum , şükür bitti... Hesabımızı görüp ,hayır dualarını alıp çıkıyorum atölyeden..

Saat akşamın 7si... İçim içime sığmıyor... Artık birazcık gezebileceğim şehrimi.. Bu mutlulık hakkım öyle değil mi????... Hayııııır , değil!!!! Sen gel merkeze , park et , cep doldurtmak iste , kitle kapıları , ne mümkün.. Kapılar kilitlenmiyor.. Sigorta atmış.. Allahım , başımdan kaynar sular dökülüyor.. Sinirden avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum.. Hemen ustamı arıyorum.. Gel halletmeye çalışalım diyor.. Saat 7 buçuğa geliyor.. Biliyorum tüm sanayi yavaş yavaş kapanıyor.. Eyvah diyorum sanayide yatacaz , keşke yastık yorgan getirseydim yanımda... Ustama varıyorum , halledemiyor , beni alarmcıya yönlendiriyor... Remzi usta bakıyor , ama öylesine işte.. Çünkü tesisat sökülecek geceye kalınacak.. kim kalır ki, tüm çıraklar gitmiş... Bu film burada bitmez diyorum... Olumsuz anlamda başını sallıyor ya burada yada gideceğin yerde ama bugün değil diye... Artık tükeniyorum.. Acı ve korku dolu bir filmin setinde tüm gün kanımın damarlarımdan çekilişine izin vermiş bir zavallı gibi kalıyorum ortada... Arkası yarın... Akhisar ' da görüşmek üzere sevgili arkadaşlarım.. 3. bölümü orada çekeceğiz... Sevgi ve Saygılarımla... Fırat ÖÇAL

Clio Symbolümüzün Tamir Macerası ve Ciğeri Beş Para Etmez Ruhsuz Satıcı


Aaah ah dostlar , dertliyim şu sıra... Bugün bir hesaplaşmayı kaleme aldım , bu seferlik mazur görün beni... Başlığım bile ne iç karartıcı öyle değil mi??? ... Kim derdi ki 2007 model hiç tamirsiz diye satılan Clio ' nun bizi perişan edeceğini... Hiçkimse bilmese de bir kişi , o da hain ruhlu , ciğeri beş para etmez satıcı biliyormuş ve avını bekleyen vahşi barbar misali pusuda bekliyormuş bizi...

Tamirat yüzünden tatilimi 3 - 5 gün daha uzatmamız kötü olmadı tabiki ... Ama keşke yüz güldüren sebeplerle bu uzatmaları oynasaydık... Gönül isterdiki bu şerefsizin ağına düşmeden yaşasaydık keyifli vakitleri... Beni asıl üzen şeyse telefonda bize söyledikleri... '' Arabayı alırken bana mı güvendiniz '' ile başlayan , tamirciye söylediği '' bir conta tak , sepetle yolla '' demeye kadar varan , duyanı insan olmaktan utandıracak sözler işitmek kahretti beni...

Yazık dedim , milyon kere yazık... Hayatı ancak maskeli bir okul müsameresi ayarında algılayabilecek cahil , içi boş bir kafanın , vicdanı ve ahlakı kalmamış yüreksiz bir zavallının ağzından çıkabilecek sözler bunlar... '' Sadece senin meselen , bizi ne meşgul edersin eyyy insanoğlu '' , demeyin dostlar... Bütün bu sözlerimi başkalarının canlarının da yanmaması için söylüyorum... Aklınızın bir köşesine bir bir yazmanız için çırpınıyorum...

2. el arabamı alacaksınız , yada çok önemli bir tamirat mi yaptıracaksınız... Eş , dost , arkadaş , ahbap , yakın demeyin... Hiçkimseye güvenmeyin... Ve başında durmadan , istenilenleri kendiniz arayıp bulmadan hiçbir tamir işine kalkışmayın...

Babamızın ve kayınbiraderimin bütün hayatını bir kenara koyup günlerdir sanayide arabanın başında beklemesini mi anlatsam , kayınbiraderimin en güvendiği arkadaşı tarafından arkasından haince hançerlenmesinden mi dert yansam hangi birinden başlayacağımı bilemiyorum...

Sanayide araba tamiri denilince durucam şöööylee bir düşünüceğim... Ömrüm boyunca aklımdan çıkmayacak can acıtıcı hatıralar olarak anımsayacağım bu yaşadıklarımı... Bize bunları yaşatan o ruhsuzun meslektaşlarımdan bir öğretmen olması da içimi burkan diğer bir tarafı.. Adı dilimin ucuna geliyor ama hadi diyorum Allahından bul ve çamurun bulaşmasın üzeimize , pisliğinde boğul...

Asıl en ağır yarayı insanlara duyduğum güven duygusunun zedelenmesinden aldım... Bir de ödüllendirilip müdür yardımcılığına atanacakmış kansız , imansız... Ahhhh ah dedim , nasıl bir dünya şu yaşadığımız... Ne kadar tepene çıkıyorlarsa , o kadar değer , kıymet görüyorlar... Siz siz olun , 2. el araba alırken , sanayide ağır tamir işine girerken 2 kere düşünün ve arabanızın başında bekleyin... Bizlere dualar edip , çok çok geçmişler olsun deyin de , en kısa zamanda kurtulalım bu başımızdaki katmerli beladan... Sevgi ve Saygılarımla... FIRAT ÖÇAL

Dostluk Kupasına Düşman İkizler ve Agresif Bir Yazı...






Galatasarayımla Fenerbahçeyi aralarındaki rekabet ve çekişmeden ötürü , oldum olası hep birbirleriyle zıt karakterlere sahip , ikiz kardeşlere benzetmişimdir... Sürekli yaramazlık yapan , her fırsatta atışan , yıldızları hiç barışmasa da konu kardeşlik ve birbirinden vazgeçememek olunca küslükleri unutup yeniden anlaşıp kaynaşan ikiz kardeşlere...



Asırlık geçmişleri ve ruhlarındaki mücadele aşkıyla asla ihtiyarlamayan ezeli - ebedi rakiplerin soluk soluğa takipçileri bizler ise yaptıkları karşılaşmaları , yollarını gözleyerek büyük bir iştahla beklemeye alışmışızdır... Bir haftadır duyduğumuz sezon başı , hazırlık maçı , dostluk kupası ve yeni transferlerin alışma maçı gibi , buluşmanın çapını küçültme gayretlerine karşın , her maç gibi bu maçın başına da bir gs - fb maçı olmasının biliinci içinde oturmak istemişizdir...

Ama gel gelelim , son yıllarda futbol dünyamızda olup biten negatif olaylar , iştahımı öyle kaçırmışki , bu sezona sanki sporla alakası olmayan bir yabancı gibi uzak kalmama sebep oldu... Sevgili oğlum Rüzgar ' ın dünyaya gelmesi de tabiki önceliklerimi değiştirdi... Herşeye rağmen eski günlerin hatırına yeni sezona nasıl gireceklerini merak ettiğim için maça çok da kayıtsız kalmak istemedim... Günlük koşturmacalar ve oğlumun sağlık koşturmacaları dikkatimi dağıtmış olacak , maçın paralı bir kanal da olduğunu unutmam sadece maç özetleri ve maç sonrası kritikler ile yetinmeme sebep oldu...

Ne de isabet olmuş ki hiç sormayın... Özetlerde rezalet bir maç izlemenin ötesinde , bizi ele güne kepaze eden , hazırlık desen hiç bir hazırlığı andırmayan , dostluk desen sahada büyüteçle arasan bulamayacağın , meşalelerin havada uçuştuğu , neredeyse maçın tatil edilmesine kadar gidecek bir fiyasko içinde , sarı - kırmızı kartların peşi sıra çıktığı her iki takımın oyuncularını deneme fırsatı pek de bulamadığıbir maç gelmiş , olmuş , bitmiş... Caaanım saatlerim buharlaşıp gidecekmiş...

Maçın özetleri bile olup biten rezaletin ve fiyaskonun fotoğrafını ortaya koymaya yeter nitelikteydi... Bir de üstüne maç sonrası çıkan olayları seyredince bende film koptu... Bu yazıyı yazmam elzem oldu... Maç için iki üç pozisyon dışında hiç bir olumlu şeyden bahsedilemeyeceği gibi , spor anlayışımız ve futbola bakış açımız bakımından da ne kadar sınıfta kaldığımızı açık seçik görebildik... Futbolcusundan teknik direktörüne , klüp yöneticilerinden medya patronlarına var olan bütün futbol simsarlarının spor adına bize sundukları bayat ekmek tadındaki oyunları bir kere daha içimiz yana yana izledik...

Son dönemde yapılan yüksek miktarlı Süper Lig ihalesi ile artan gelirlerin , futbolu güzelleştireceğine dair olan umutlarım giderek kaybolmakta... Biraz Galatasarayım biraz da bir kaç anadolu klübünde görülen mali toparlanmalar dışında , diğer klüplerin yöneticilerin aynı hastalıklı zihniyeti sürdürmeleri yeni sezona girerken bizi hiç de keyfli günlerin beklemediğini gösteriyor... Çocuklarımızı birer sporsever olarak yetiştirme hevesimiz sanırım kursağımızda kalacak... Sağlam bir spor kültürünün milyonlar tarafından benimsendiği , statların sadece futbol için değil , olimpik ruhun en derinden benimsenmesiyle tüm spor dalları için tıklım tıklım dolduğu , maça ölmeye yok etmeye değil , bir karnaval havasında çoluklu çocuklu ailecek eğlenmeye gidildiği günler sanırım başka bahara kalacak...

Fanatikliğin körüklediği düşmanlıkların olmadığı , arada tartışsalarda biri olmadan diğerinin de var olamayacağını anlamış ezeli rakip ama ebedi dost ikizler 4 büyük klübümüzün ve diğer Anadolu klüplerinin , bizlere tutku ve heyecan içerisinde maçlar izletebildikleri bir gelecekte buluşmak umuduyla... Sevgi ve Saygılarımla... Fırat ÖÇAL

Evim , Evim , Güzel Evim ...


Okulların kapanmasıyla birlikte , yıl sonu sınavlarını halledip , eşimin memleketi Akhisar Karabörklü Köyü ' ne giderek tatilimizi başlattık... Kısa bir süre kalıp dönme planlarımız arabamızın tamir macerası yüzünden altüst oldu... Yaklaşık 3 haftalık uzatmalı bir tatil kalışının ardından evimize dönüşü dört gözle beklemiştim...

Yıllarca görüşmemiş , ayrılığın acısıyla yanıp tutuşan , iflah olmaz sevgililer gibi özlemişim caaanım evimi... Hiçbir eşyayı arabadan indirip yukarıya çıkarmadan , bebeğimle beraber aşk ile koşa koşa girdim evime... Önce uzun uzun hasretlik dolu gözlerle baktıştım , sanki naz yapar gibi ağırdan aldım.... Ama sonrasında dayanamayıp evimin kollarına atlar gibi boylu boyunca serildim salonumuzdaki Rustik Funda koltuğumuza...


Püfür püfür klima serinliği altında oğlumla ve eşimle birlikte fazlasıyla çoşkulu bir aile saadeti tablosu çizmiş olmalıyım ki , eşim neler olup bittiğinden habersiz , heyecanıma anlam veremeye dursun , sevgili oğlum Rüzgarımı karşıma alıp baba - oğul başbaşa bir ev keyfine başladık... O da özlemiş olacak , meraklı meraklı bakınarak gözlerini alamadı etraftan...


Yaşadıklarımla şunu açıkça söyleyebilirim ki , uzun bir süre aynı evi soluyup paylaştıktan sonra , son derece güçlü bir aidiyet duygusu geliştiriyoruz... Bir de benim gibi eski eşyalarını kolay kolay atamayan biriyseniz , yaşadığınız hergünün tek tek izlerini taşıyan eşyalarınız , birer meta olmalrının ötesinde size farklı farklı şeyler ifade etmeye başlıyorlar...

Hepsini bir hatıralar diyarı olarak birarada toparlayan ve yaşatan eviniz , yavaş yavaş asla kopamayacağınız değerli bir parçanız haline gelmeye başlıyor...Bu yüzden benim için evim gibi yar yok... Dış dünyanın harala gürele eziyet içerisindeki koşturmacalarının ardından gelip sığındığım güvenli bir liman o can parçam evim...


Mutluluğun ne olduğunu hep sorar insanlar... Sevgili eşin ve çocuklarınla birlikte huzur dolu bir yuva deriz çoğu zaman... Buradaki anahtar kelime bence '' YUVA '' ... Tamamen senin zevkini yansıtan , özgürlüğün ve yaratıcılığın sınırlarını zorlayarak döşediğin ve varlığının en vazgeçilmez parçası haline getirdiğin gerçek yaşam alanın...


Tüm insanlığın vazgeçilmezi ve tek yuvası , '' Dünyamız '' ; hayatın anlamını ve değerini keşfetmemizi sağlayan , duygularımızın kaynağı ruhumuzun ikamet ettiği yeri , yaşadığımız sürece tek evi , '' Bedenimiz '' ...


Nasıl insanoğlunu özgürleştirmenin yolu dünyanın zincirlerini çözmek , onu tam olarak anlayarak ötesine geçebilmek ve ruhumuzu özgürleştirmenin temel koşullarından birisi de yaşadığı evini yani bedenini anlamak , tanımak ve onun zincirlerini çözerek , etten hapishanenin sırlarını aralayıp onun ötesine geçmeyi başarmak olduysa , aynı düşünceleri bizi ayna misali yansıtan evimiz için de söyleyebiliriz... Yetenekleri ve kapasitesiyle neler yapabileceğini iyi bilen bir kişinin evi , onu en iyi tamamlayan ve yaşadıkları yorgunlukları sıfırlayıp şarj ederek onu yeni mücadeleler için yeniden ayağa kaldıran bir nitelikte olacaktır...


Yaklaşık 3 haftalık aranın ardından evimle buluştuğumda hissettiklerim bunlar... Benim için '' Aidiyet Duygusu '' , özgürleşerek mutluluk dolu bir hayat yaratabilmek ve sorgusuz sualsiz hesap vermeden yaşayabileceğin bir hayat için en temel koşuldur... Bu duyguyu oluşturabileceğin en verimli toprak ise , doğduğun , büyüyüp geliştiğin ve herşeyi sıfırdan yarattığın '' Yuvan '' , yani biricik evindir... Sevgi ve Saygılarımla Fırat ÖÇAL

Ev Tadında bir Kafeterya...


Artık eşim ve çocuğumla beraber Bergama sokaklarını turlarken vazgeçilmezlerim arasına giren sımsıcak bir yerim var... Öyle bir yer keşfettim ki o kalabalık , trafik ve karmaşa içinde bir vaha... Başlığımdan da anlaşılacağı gibi o rahat ve keyif hiç de yabancı değil ,sanki  bütün samimiyetiyle '' Evim '' '' Evim '' Güzel '' Evim '' ...

Birbirinin tıpatıp kopyası , sıkıntı dolu yemek yerleri , lokantalar , kafeteryalar içinde , girişte masa ve sandalyeleri , onlara eşlik eden yapma çiçekleriyle yakaladığı o sıcacık duyguyu size aktarabilen ender güzel ve orjinal yerlerden biri '' Evim ''... Sundukları lezzetleri menülerini daha  görmeden bile , gülümseyişlerindeki o sizi saran aile duygusuyla yaptıkları servislerinde yakalıyorsunuz...

Üzerinizie gelen kat kat binaların , yoğun trafiğin ve özellikle günün belli saatlerinde kalabalıklaşan ortamın sıkıcılığını üzerinizden alan yiyeceklerin tazeliği ve lezzeti , alışkanlıkları ters yüz edecek güçte... Fiyatlardaki ucuzluk ile lezzetlerin kalitesi arasında kurdukları paralellik cüzdanınızın dostu bir fiyat tarifesini standartları haline getirmiş... Kendinizi Bergama ' nın yerlisi gibi hissetmenizi sağlayacak bu Bergama ' nın özbebeği olmaya namzet kafeteryayı ilk fırsatta denemenizi tavsiye ediyorum...