26 Temmuz 2010 Pazartesi

VUVUZELA VE AFRİKA MÜZİĞİ GERÇEĞİ

Vuvuzela
Vuvuzela
 
2010 Dünya Kupası ile birlikte sadece kulağımızın değil , ruhumuzun bile en mahrem bölgelerini tahrip eden vuvuzela gerçeği ile birdenbire yüzleşmek zorunda kaldık... Böylece en bilgilimizden tutun da en cahilimize kadar herkeste bir Afrika Müziği eleştirisi , daha doğru bir deyimle Afrika Müziğini acımasızca eleştirme modası belirdi... Bu küçümseme ve hor görmelerden çok fazla rahatsızlık duydum.. Afrika Müziği sadece vuvuzeladan ibaret değil ve spikerlerin aşağılamalarına kadar varan bu eleştiriler haklı temellere dayanmıyor....
Didgeridoo
Didgeridoo

Çok eski bir gelenekten güç alan Afrika Müziği otantik müzik aletleriyle benzersiz ve mistik derinlikleri özünde barındırıyor... Bu eşsiz parçalardan en ilgi çekici olanı Didgeridoo diye bilinen alettir ve çıkardığı melodi yüzünden batı dünyasında bu adla bilinir
Djembe
Djembe
 
Kudu horn diye bilinen kudu türü bir geyiğin boynuzlarından yapılan kornolarda Afrika Müziği yaratıcılığının en güzel örneklerini oluşturur.
Yana getirilen bambu ağaçlarının içinin oyulmasıyla oluşturulan nyanga pan fülütleri de zengin Afrika müzik çalgılarının en ilginç olan türlerindendir…
akadinda
akadinda
kudu
kudu
Nyanga pan fülütleri
Nyanga pan fülütleri

1920 li yıllardan 1980 lerin ortalarına kadar onar yıllık dönemler içinde Afrika Müziği aşamalar kaydederek gelişmiş ve diğer kıtalara yolladığı umut ve hayallerle dolu göçmenleriyle tüm dünyanın müzik endüstrisinin geleceğine yön vermeyi başarmıştır.. Afrika ‘nın bu müzik aşamaları karşımıza “marabi” “Africa caz” Zulu “Kwela” Bubblegum türleri olarak çıkmaktadır…
Afrikalı bir aile...
Afrikalı bir aile...

Sonuç olarak , ancak 2010 Dünya Kupası ve kulak ile ruh düşmanı vuvuzelalar sayesinde hatırlayabildiğimiz Afrika kültürüne - özelinde Afrika Müziğine - aklımıza ve ağzımıza geleni söylemeden önce bir kaç kere daha düşünelim istiyorum... Her kulvarda ve koşulda kaybedenleri oynayan Afrika kıtasına ve tüm fakirliklerine rağmen ruhlarındaki zenginlik timsali neşeyi hiç bir zaman kaybetmeyen bütün Afrika halklarına selam olsun....
Sevgi ve Saygılarımla..... FIRAT ÖÇAL 

BELKİ KAYBEDEN GANA AMA KAYBETMEK AFRİKA ' NIN KADERİ Mİ

Güney Afrika ‘ da yapılan 2010 Dünya Kupası ile sadece futbola değil , bir süredir üzerinde düşünmeye ara verdiğim yada bile bile ihmal ettiğim konulara da kafa yorma fırsatı buldum… Bunların en önemlilerinden biri , ilk delikanlılık yıllarımdan beri dikkatimi çeken ve televizyonda her görüşümde içimi sızlatan açlık , sefalet ve yaralanama yada ölüm olayları içinde çırpınmakta olan Afrika uluslarının makus kara talihleriydi..

Gana ‘ nın çeyrek finalde 120. dakikada atamadığı direkten dönen o penaltıyla tarih tekerrür etmiş , bir kere daha Afrika ‘ nın makus kara talihi de direklere takılmış ve kaybeden yine onlar olmuştu… Oysa kendi yaşantımın hay huyu içinde göz ardı ettiğim bu yaşlı kıta , bir zamanlar ne kadar da çok canımı acıtmıştı.. Dünyaya şimdiki zamandan çok daha masum gözlerle baktığım o ilk yıllarımda bir korku yada gerilim filminin istenmeyen sahnelerine gözümü kapattığım gibi kapatmışım daha hayat dolu şeyler görmek isteyen çömez gözlerimi… Şimdi çok daha iyi anlayabiliyorum bunu.

Ama sanırım tüm dünya da Afrika ‘ya baktığında , görmesi gereken şeyleri görmek yerine , kendilerince çözüm yolu olabileceklerini düşündükleri gözlüklerle bakarak , ilgileniyormuş gibi davranmışlar… Çünkü günümüz itibariyle , Afrika kıtasının kaderi fazla değişmemiş.. Neredeyse değişen hiçbirşey yok … Ünlü pop yıldızlarının öncülük ettiği yardım kampanyalarının kalıcı etkisi olmadığı gibi , belki de umutlar daha da körelmiş durumda …

Kıtanın en önemli aydınları bile paraya ve maddi yardımlara değil , vatandaşlarının demokratik haklarını savunacak , onları iki ateş arasında bırakmayarak insanca yaşamalarına fırsat tanıyacak ve yaşatamazlarsa hesap soracak hükümetlere ihtiyaçları olduğunu savunuyor… Zambiyalı yazar Dambisa Mayo Afrika ‘nın daha fazla değil daha az yardıma ihtiyacı olduğunu , yapılan bu yardımların Afrika ‘ yı daha bağımlı hale getirdiğini belirtiyor.. O ‘ na göre herhangi bir koşula bağlı olmadan hazır olan bu paralar , yardım sanayisinin iplerini ellerinde tutanların muhteşem hayatlarını olduğu gibi sürdürmelerine ve halklarını sömürmeye devam etmelerine yarıyor..

Bana göre de Afrika ‘nın kendi ayakları üzerinde duramamasının nedeni maddi anlamdaki yetersizlikleri yada para sıkıntısı değil , yapılan yardımların hem hükümetleri hem da halkları kendi yeteneklerini ve kaynaklarını görmezden gelmelerine sebep olmasıdır… Onları çözüm üretmekten alıkoyması , taşın altına ellerini sokmaktan men etmesidir.. Yapmak istemedikleri tüm zor ve pis işleri yardım kurumlarına havale eden hükümetler ve yöneticiler , bu vicdansızca duruşu yardımlar devam ettiği sürece halklarına karşı sergilemeye devam edecekler…

Dünya Kupası ile birlikte bütün bu olup biteni bir kere daha düşünme fırsatı buldum.. Aklım dönüp dolaşıp Gana ‘nın o 120. Dakikadaki penaltı atışına takıldı.. Belki sadece o maç için kaybeden Gana ‘ ydı.. Tutunamayan kaderine küs , yaşamın ağlayan yüzlerinden biri daha… Ya sadece bununla kara kabus sona ermeyecekse?? Ya artık her şekilde kaybetmek yorgun ve ihtiyar kıta Afrika ‘ nın kaderiyse??

VUVUZELAYA KESİN ÇARE !!!

 Siz de vuvuzelazedelerden misiniz ? Yakında Türk stadlarında da duymaya başlayacağımız o kahredici vızıltıdan bir şekilde kurtulmak mı istiyorsunuz ? Maçlarınızı bilgisayar üzerinden analog yada dijital tv kartlarıyla mı takip ediyorsunuz? O zaman size bir müjdeli bir haberim var!!! Uygulamanın adı : Devuvuzelator !!!! Bilgisayarınıza ücretsiz olarak indirebileceğiniz bu uygulama ile vuvuzela eziyetine dur diyebiliyorsunuz... Stardocks ve Centre for Digital Music ortaklığı içerisinde geliştirilen bu program sayesinde hoparlörden çıkan sesin içerisinden vuvuzela'nın frekansını eleyebiliyorsunuz... İşte size hayat kurtaran link.

http://www.stardock.com/labs/devuvuzelator/

Bir hayır duası edersiniz artık.. Sevgi ve Saygılarımla ... FIRAT ÖÇAL

24 Temmuz 2010 Cumartesi

Sanal Gezgin Fırat 'ın Not Defteri...: SAN FERMİN FESTİVALİ VE ŞAMPİYON MATADORLAR

Sanal Gezgin Fırat 'ın Not Defteri...: SAN FERMİN FESTİVALİ VE ŞAMPİYON MATADORLAR

SAN FERMİN FESTİVALİ VE ŞAMPİYON MATADORLAR

Yıllardır Avrupa ligleri içinde futbolundan en çok lezzet aldığım takım Barcelona ' dır.O göze hoş gelen , makine mükemmeliğinde ve bir sanat icrasını andıran paslaşmaları , ulaşmak istedikleri tek şeyin güzel futbol olduğunu ortaya koyuyor..Aslında oyunlarındaki bu coşku , ruhlarındaki bu tutku kültürlerinin de ateşli bir yansıması .

Bu yansıma gösteriyor ki , İspanyollar festivalleriyle her fırsatta yaşamdan nasıl tat alınacağını tüm dünyaya ispat ediyorlar... Şu sıralarda ( bu yazıyı 13 temmuz 2010 itibariyle yazarken festival 2. gününü yaşıyordu.. ) keşke orada bulunsaydım da eğlencenin bir parçası olabilseydim dedirten San Fermin Festivali tüm hızıyla devam ediyor... Bir de buna Dünya Şampiyonluğu ' nun kutlamalarını da ekleyin... Deymeyin İspanyolların keyfine.

 Festivalin en tehlikeli ama bir o kadar da en eğlenceli ve en kaçırılmaması gereken boğalarla birlikte çılgınca koşma sekansı , şu sıralar yaşandı yaşanıyor eli kulağında... Festivali İspanyol televizyonlarında an be an izleyerek bu güzelliğin bir parçası olmaya çalışıyorum... Bir gün mutlaka canlı canlı içinde olacağım , biliyorum... Ama şimdilik tüm iştahımla kendimi adarcasına ekran başından tadını çıkarmaya çalışıyorum..

Demin de dediğim gibi , İspanya ünleri kıtayı aşmış dünyaya mal olmuş çılgın festivalleriyle ünlü...San Fermin de bu festivallerin en gözde örneklerinden biri.. Ernest Hemingway ' in de bu festivalin ünlü olmasında hiç de azımsanmayacak katkıları olduğunu belirtmeliyim..
Çifte bayram sevinci yaşayan matadorlar , kupa sevinçlerini de sabahlara kadar karnaval tadında yaşıyorlar...


Ne diyelim darısı bizim başımıza ... Tatsız futbollarıyla millilerimiz kim bilir ne zaman dünya kupası şampiyonluğunun coşkusunu milletimize yaşatabilecekler... Halkımız da ben de bu tutku dolu karnavalları ve karnaval , şenlik tadında şampiyonluk kutlamalarını hak ediyoruz... Sevgi ve Saygılarımla... FIRAT ÖÇAL

HOŞ BİR NOSTALJİ: DEDENİN YERİ

 Akhisar gezimi , lezzet duraklarını bir bir takip ederek sürdü rüyorum ... Benim için nostaljik bir tadı olan , ama bir o kadar da yedikle rinizden dolayı sizi asla pişman etme yecek lezzetleri barındıran Dedenin Yeri ' ni ziyaret ediyorum... Dışarıdan küçük , mütevazi bir dükkan gibi gözükse de , unutulmaz tatları ve hatıraları saklıyor...

Nostaljik oluşu ehliyet aldığımız dönemlere dayanıyor... Burayı ilk keşfedişimiz de tam bu döneme denk gelir... Sürüş derslerimizden her çıkışımızda eşimle birlikte soluğu Dedenin Yeri ' nde alırdık... Önce yorgunluklarımızı söylediği demli çaylarla atar... nefeslendikten sonra ekmeği kendi yağına bandırılmış , bol baharatlı sade kokoreçimizi yer , hiç bir zaman doyamadığımız için hemen ardından söylediğimiz ikinci partı kokoreçlerin içine parça dalak attırarak mideye götürürdük...
Ehliyetimizi ilk alışımızda da kutlamak için birbirimize küçük birer hediye aldıktan sonra Dedenin Yeri ' ne ziyafet çekmeye gelmiştik... 

Nostaljik oluşu ehliyet aldığımız dönemlere dayanıyor... Burayı ilk keşfedişimiz de tam bu döneme denk gelir... Sürüş derslerimizden her çıkışımızda eşimle birlikte soluğu Dedenin Yeri ' nde alırdık... Önce yorgunluklarımızı söylediği demli çaylarla atar... nefeslendikten sonra ekmeği kendi yağına bandırılmış , bol baharatlı sade kokoreçimizi yer , hiç bir zaman doyamadığımız için hemen ardından söylediğimiz ikinci partı kokoreçlerin içine parça dalak attırarak mideye götürürdük...
Ehliyetimizi ilk alışımızda da kutlamak için birbirimize küçük birer hediye aldıktan sonra Dedenin Yeri ' ne ziyafet çekmeye gelmiştik...


Akhisar , babadan oğula süren gelenekle yıllar boyunca yaşatılan lokanta kültürünün yerleşmiş olduğu illerden biridir... Birçok yerde aile bireylerinin , hayatın hay huyu içerisine kendilerini kaptırmaları sonucu , başka iş alanlarına dağılmalarına karşın , özellikle lokanta - yiyecek sektöründe genellikle oğullar babalarından aldıkları bu lokanta kültürü yadigarını kendi çocuklarına öğretmek adına sürdürmeye devam etmektedirler...
Eğer yolunuz bir gün Akhisar ' a düşerse , yöremizin en özel lezzetlerinden biri olan kokareçin en karakteristik seçenekleri sunması bakımından Dedenin Yeri ' nde tatmanızı tavsiye ederim... Sevgi ve Saygılarımla... FIRAT ÖÇAL

23 Temmuz 2010 Cuma

Akhisar ' ın Yollarında Yanlız Bir Gezginin Notları...


Şehirde işlerimi halledip son otobüsle köye dönüyorum... Biraz yorgun biraz dalgın aklım bir yerlere takılıyor dalıp gidiyorum... Gözümü açar açmaz köy çatımızı kaçırdığımı otobüsün inmem gereken yeri geçip gittiğini farkediyorum...

Şöföre olan kızgınlığım otobüsten inince yerini dinginliğe bırakıyor... Çünkü Akhisar - Gördes yolunun ıssızlığı içinde günbatımını renk cümbüşü pırlıtıları gözümü alıyor... Akşam yelinin tenime her değişi tüylerimi diken diken ederken , ıssızlığın ürpertisi kaplıyor içimi... Yürümeye başlıyorum... Rüzgarın yaramaz bir çocuk gibi salladığı yaspraklar sanki benim için güne veda danslarını sergiliyorlar... Hüşu içinde izliyorum...

Boydan boya uzanan boş yolun ıssızlığını ve sessizliğini virajı alan arabaların gürültüleri gürültüleri yırtıyor... Yolun kenarına dikilmiş yazlılara bağlanmış köpekler önlerinden geçerken biraz sinirli biraz korkak tanıma dıkları bu yabancıyı süzüyorlar ... Rüzgar etkisini giderek arttırıyor... Üstüm ince , bir üşüme alıyor beni... Oğlum rüzgarı düşünerek içimi ısıtmaya çalışıyorum... Bir taraftan da dalgınlığım için kendime kızıyorum... Eeee nede olsa hep akılsız başın cezasını ayaklar çekiyor...

Nihayet yol çatısı ve köy tabelamız ufukta gözüküyor... Adımlarımı hızlandırıyorum... Karanlık çökmeye başlamış ve güneş etkisini iyiden iyiye kaybetmiş ... Deklanşöre basıp gün batımının o son demlerini fotoğraflayarak güneşle vedalaşıyorum... İçeriye bir kilometre kadar yolum var... Güneşi arkamda bırakıp köy yoluna dönüyorum... Islık çala çala esen rüzgara ben de bildiğim güzel melodilerle eşlik ediyorum...

İlerlerken karşıma dikilen heybetli bir ağaç , gür dalları ve rüzgarda heyecanlı bir şeyler söyler gibi hararetli hararetli sallanan yaprak larıyla beni etkiliyor ... Hemen onu da fotoğ raflayıp ölümsüz leştirip heybetinin hakkını vermeye çalışıyorum ... Ne de olsa bu koca yolda tek başına bekçilik yapıyor... Yolun bu cesur şövalyesiyle vedalaşıp yoluma devam ediyorum...

Karşıma babamızın Milli Piyangodan çıkan parayla çaktırdığı 250 metre kadar derine giden bu kaynağın suyu döşenen tesisatla köyümüzdeki tüm hanelere dağıtılıyor... Babam bu hareketinin herkesin yapması gereken bir insanlık görevi olduğunu söylüyor.. Sanırım fazla söze gerek yok...


Köy yolunda ilerlemeye devam ediyorum... Artık evlerimiz bir bir görülmeye başlıyor... Köyümüzün en yüksek binası olan Merkez Cami ' mizi de notlarımın ve fotoğraf larımın arasına alıp evimizin hemen aşağısında yer alan beni haleti ruhiye siyle fazlasıyla etkileyen köy kahvemizin önünden saygıyla geçiyorum...

Sabah ki şehir koştur macamı köyü müzün yolunda dingin ve etkeliyici akşam yürüyüşü ile atmak bedenimi ve ruhumu dinlen diriyor ... Huzur içinde evime , eşime ve oğlum Rüzgar ' ıma varıyorum...

KARANLIK KOYUN KANLI SULARI

The Cove 
Belgeselinin Afişi
The Cove Belgeselinin Afişi

Son dönemlerin en etkileyici belgesellerinden biri olan The Cove ( KOY ) dün gece ( 16 Temmuz 2010 Cuma akşamı ) NTV ' nin Belgesel Kuşağı ' nda izleyicilerle buluştu... Daha önce NTV Belgesel Günleri ' nde sinemalarda beğeniyle takip edilen olay yaratan Oscarlık belgeseli , gündemde değilken çok önce gözyaşları içinde izlemiş , etkisinden uzun bir süre kurtulamamıştım...
Çocukluğumun 
Flipper dizisinin afişi
Çocukluğumun Flipper dizisinin afişi

Çocukluğumun en sevdiğim televizyon dizilerinden biri olan Yunus Flipper , beni o yaşlarda bile en ateşli hayvanseverlerden biri yapmıştı... Her yıl gittiğimiz Altınoluk ' taki yazlığımızda kah tekneyle açıldığımızda , kah sahildeyken rastlaştığımız yunusları , keyifle seyretmiş ve çocukluk yıllarımda masum gözlerimle beğenerek izlediğim Flipper ' ı çocukluk hatıralarıma dala çıka anmıştım...

Taiji deki o kanlı koy kurbanlarını bekliyor...
Taiji deki o kanlı koy kurbanlarını bekliyor...

Taki o güne kadar... Yani The Cove ( KOY ) belgeselini içim sızlaya sızlaya izleyene kadar... Japon balıkçıların , Taiji ' de bulunan uzak saklı bir koyda uluslararası yasaları hiçe sayarak insanlık dışı uygulamalarla yunus neslini tehlikeye atarak giriştikleri katliamlar kanımı dondurdu ve belleğimdeki masum anılarımı bir kalemde sildi attı...
Mavi cennetin 
asil efendileri yunuslar...
Mavi cennetin asil efendileri yunuslar...

Çekik gözlü , sözde sempatik milli dostlarımız Japonlara bakış açımı yeniden gözden geçirmeme sebep olan bu belgesel bana bir kere daha vahşi kapitalist dünyanın tek dişi kalmış ama yine de canavarca olan yasalarını hatırlattı... Gözlerimizin önüne çekilmiş toz pembe perdelerin ardında hangi çirkin oyunların döndüğünü ve çarkların işleyişi , paranın efendiliğini sürdürmesi adına nasıl insanlık suçları işlendiğini görmemi sağladı...
Rick 
O'Barry
Rick O'Barry

Belgeselin en önemli isimlerinden birisi de , yapımın hayata geçmesini sağlayan , bizzat Flipper dizisindeki 5 yunusu yakalayıp eğitmiş Ric O'Barry..
Her ne kadar pişmanlık dolu ifadelerini görsem de Flipper daki yunusların kollarında intiharlarını anlatışıyla başlayan , kendisinin bir günah çıkarma ayinini andıran pişmanlık yüklü sözlerini utanarak seyrettim... Gizli kameralarla yapılan , dikenli tellerle çevrili , '' Giriş Yasak '' tabelalarıyla donatılmış yerlerde yapılmış kaçak çekimler , o kadar etkileyici ki , aslında dünyada olup biten hiçbirşeyin göründüğü gibi olmadığını şirin ve eğlenceli gibi gözüken yunus gösterilerine şüphe ile yaklaşmanın ne kadar doğru bir tutum olduğunu anlıyorsunuz...
Dikenli telleri kesen dalgıçların gece görüş gözlüğünden 
görünüşleri
Dikenli telleri kesen dalgıçların gece görüş gözlüğünden görünüşleri

Dikenli tellerle çevrili kanlı koy
Dikenli tellerle çevrili kanlı koy

Çocuklarıyla başbaşa keyifli bir belgesel izleyeceklerini düşünenler umarım kritikleri okumuşlar ve çocuklarının ruh sağlıklarını etkilememek adına , onlara sütlerini içirtip erkenden yataklarına yollamışlardır... Sadece Japonların o köyde yaptıkları katliamları değil , çevremizde olup biten herşeyi birkere daha gözden geçirip yorumlamalı , hiçbirşeye hemen inanmadan en ince ayrıntısına kadar sorgulamalıyız...
yorumsuz....
yorumsuz....

Basit bir seyirlik olmasından öte , The Cove ( KOY ) , şapkamızı önümüze alıp tüm değer sistemimizi acilen masaya yatırmamız gerektiğini vurguluyor... Bu arada belgeselin yeniden gösterimi 18 Temmuz 2010 Pazar günü saat 14:15 de Ntv de karşımızda olacak... Kesinlikle kaçırmayın derim... Sevgi ve Saygılarımla... FIRAT ÖÇAL

Gelinlerin En Güzeliyle Bin Kere Daha Evlenmek...

'' Şu tepedeki kutuda ne vardı , indir bakalım bi '' , cümlesinin bizi geçmişin en tatlı hatıralarına dalıp götüre ceğini kim tahmin ederdi ki ... Yıl 2003 davullu zurnalı bir köy düğünü ... Bende jilet gibi damat lıklar - şimdi lerde içine sığamadığımı belirtmeliyim , ahh kör olmayasıca yıllar - eşimde de yazımın konusu olan tarihi filimlerden fırlamış kıyafetleri andıran inanılmaz gösterişli ipekli tüllü gelinliği...


Kendim rezil olmamak için en gizli yerlere saklamak isterdim damat lıklarımı , şu kilom alıp başını gittiği için.. Ama iyiki bakmışız o kutuya ve çıkarmışız eşimin o kar beyazı güzeller güzeli gelinliğini... Onu en mutlu eden şeyde göbekte biraz zorlansada hala içine rahatça girebiliyor olması..

Sanki sadece giydiği bir gelinlik değil , ilk gençliğinin o taptaze ruhu da üzerinde şimdi... İlk görüşte aşkın pırıltılarını gözlerinden okuya biliyorum ... Hala göz alıcı tazeliği ve güzelliği ile gülümsüyor o sapa sağlam duran gelinliğin içinde... Belki de sağlam olan gelinlik değil.. Yılların eskitemediği aşk dolu ruhu ve tutkulu ama bir o kadarda şirin gülümsemesi...

Şöööyle bir düşündüm... '' Yaş 35 yolun yarısı , dante gibi ortasındayız ömrün '' şiirini geçeli 3 yıl olmuş bende... Ama hala kendimi üniversite çağlarındaki bir gencin yaşama arzusunu hissettiği gibi hissediyorum...

Sevgili eşimde de aynı enerjiyi gördüm... O gelinliğin içinde çocuklar gibi neşeli ve tutkulu öyle bir dans edişi vardı ki , insanın bir kere değil bin kere daha evlenesi geliyor hayat katığımla... İyi ki varsın ve yanımdasın diyorum ve fotoğraflarla ölümsüzleştiriyorum sevgili yavrumu...

Clio Symbolümüzün Tamir Macerası ve Ciğeri Beş Para Etmez Ruhsuz Satıcı Sahne : 2 - Balıkesir Sürünmeleri



Arabamızın tamir macerası sürüyor... Evet , malesef hala bitmedi kara kabus... Tanıdık bir şehirdeyim , memleketim Balıkesir ' de... Gaz ve rölanti problemlerini çözebilmek için tartarini sıralı gaz sistemlerinin bilgisayar programının bulunduğu Balıkesir Yeni Sanayisindeki Efe Otogaz ' dayım...

Sorunların birini çözüyor , ardından çıkan diğer bir süpriz problemle boğuşu yorum... Masraflar yeni masrafları kovalıyor... Bu akla zarar koşturma canın sonu bakalım nereye varacak... Az önce ustam geldi... Birinci pistonun gazda çalışmadığını , buji kablolarının değişip benzinle ilgili sorunların halledildiğini ama gaz sistemi ile ilgili sorunların çözülebilmesi için enjektörlerin elden geçmesi ve kalibrasyonunun yapılması gerektiğini söyledi... Aaahhh ahh , ciğeri beş para etmez ruhsuz soysuz satıcı ... Allah ' ından bul , sürüm sürüm sürün , gün yüzü görme inşallah emi... Sana az bile bu beddualarım... Yaptıklarının yanında bu beddualar sana hayır duası bile sayılabilir... Bütün bu eziyeti çekilir kılan tek şeyse her gittiğim yerde klimalı salonlarda soluklanma fırsatımın olması... Biraz olsun serinlik dayınılabilir kılıyor bu ızdırabı...

İlk göz ağrım memleketim Balıkesir ' imi çooook çook özlemişim... Daha şehrimizin merkezine ayağımı basma şansım olmadı ama havası bile beni kendime getirmeye yetti... Bildik caddeleri seyrederken , tadı damağımda kalmış anıları yeniden yaşıyor gibiyim... Umarım işim erken biter de , biraz olsun vakit geçirebilirim şehrimde... Ahhh vicdansız barbar satıcı... Vah ona güvenen akılsız başımız...
Şimdi de sıra aracımızı bilgisayara bağlamaya geldi... Kalibrasyon yapılacak... Yani beyin ayarı... Yarım saat kadar sürüyor işlem... Sabırla bekliyorum... Derken bir sorun daha çıkıyor... Hem de ne sorun... problemlerin kaynağını kablo ve girişlerde ararken sistemin yanlış takıldığı anlaşılıyor.. tüm sistem yeniden sökülüp takılacak ve ayara öyle girişilecek.. Aman Allahım , bu akşamı bulmam demek... Çaresiz sanayiye mahkum kalıyorum... Hayallerim suya düşüyor.. Bi gezemeyeceğim caaanım memleketimi... Habire yeni sorunlar çıkıyor çünkü... Ayrılamıyorsun aracın başından.. Karnımı bile doyuramadım... Paso çay , kahve... Ha gayret ustam, değiştirdi tüm sistemi.. Allahım lütfen sorun çıkmasın artık... Tekrar bilgisayara bağlıyoruz.. Yeni sil baştan kalibrasyon için... Haydaaaa , bu sefer bujiler tekliyor.. Tekrar açıp temizleme işi çıkıyor... Offffffffffffff... Saat 6 oldu... Ben bittim , ancak iş bitmedi... Artık o ciğeri beş para etmez herife söylediklerimi burada yazamıyorum.. Bir süredir bahsetmiyorum diye bağışladım zannetmesin sevgili arkadaşlarım... Sadece biplik şeyler.. Sitemiz filan kapanır , başımıza iş almayalım... Neyse , son kontrollerden sonra , artık sorun kalmadığını söylüyor ustam... Kalibrasyon için 4. kez sokuyoruz aracı bilgisayara..
Nihayet tamam!!! Oooooh beee diyorum , şükür bitti... Hesabımızı görüp ,hayır dualarını alıp çıkıyorum atölyeden..

Saat akşamın 7si... İçim içime sığmıyor... Artık birazcık gezebileceğim şehrimi.. Bu mutlulık hakkım öyle değil mi????... Hayııııır , değil!!!! Sen gel merkeze , park et , cep doldurtmak iste , kitle kapıları , ne mümkün.. Kapılar kilitlenmiyor.. Sigorta atmış.. Allahım , başımdan kaynar sular dökülüyor.. Sinirden avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum.. Hemen ustamı arıyorum.. Gel halletmeye çalışalım diyor.. Saat 7 buçuğa geliyor.. Biliyorum tüm sanayi yavaş yavaş kapanıyor.. Eyvah diyorum sanayide yatacaz , keşke yastık yorgan getirseydim yanımda... Ustama varıyorum , halledemiyor , beni alarmcıya yönlendiriyor... Remzi usta bakıyor , ama öylesine işte.. Çünkü tesisat sökülecek geceye kalınacak.. kim kalır ki, tüm çıraklar gitmiş... Bu film burada bitmez diyorum... Olumsuz anlamda başını sallıyor ya burada yada gideceğin yerde ama bugün değil diye... Artık tükeniyorum.. Acı ve korku dolu bir filmin setinde tüm gün kanımın damarlarımdan çekilişine izin vermiş bir zavallı gibi kalıyorum ortada... Arkası yarın... Akhisar ' da görüşmek üzere sevgili arkadaşlarım.. 3. bölümü orada çekeceğiz... Sevgi ve Saygılarımla... Fırat ÖÇAL

Clio Symbolümüzün Tamir Macerası ve Ciğeri Beş Para Etmez Ruhsuz Satıcı


Aaah ah dostlar , dertliyim şu sıra... Bugün bir hesaplaşmayı kaleme aldım , bu seferlik mazur görün beni... Başlığım bile ne iç karartıcı öyle değil mi??? ... Kim derdi ki 2007 model hiç tamirsiz diye satılan Clio ' nun bizi perişan edeceğini... Hiçkimse bilmese de bir kişi , o da hain ruhlu , ciğeri beş para etmez satıcı biliyormuş ve avını bekleyen vahşi barbar misali pusuda bekliyormuş bizi...

Tamirat yüzünden tatilimi 3 - 5 gün daha uzatmamız kötü olmadı tabiki ... Ama keşke yüz güldüren sebeplerle bu uzatmaları oynasaydık... Gönül isterdiki bu şerefsizin ağına düşmeden yaşasaydık keyifli vakitleri... Beni asıl üzen şeyse telefonda bize söyledikleri... '' Arabayı alırken bana mı güvendiniz '' ile başlayan , tamirciye söylediği '' bir conta tak , sepetle yolla '' demeye kadar varan , duyanı insan olmaktan utandıracak sözler işitmek kahretti beni...

Yazık dedim , milyon kere yazık... Hayatı ancak maskeli bir okul müsameresi ayarında algılayabilecek cahil , içi boş bir kafanın , vicdanı ve ahlakı kalmamış yüreksiz bir zavallının ağzından çıkabilecek sözler bunlar... '' Sadece senin meselen , bizi ne meşgul edersin eyyy insanoğlu '' , demeyin dostlar... Bütün bu sözlerimi başkalarının canlarının da yanmaması için söylüyorum... Aklınızın bir köşesine bir bir yazmanız için çırpınıyorum...

2. el arabamı alacaksınız , yada çok önemli bir tamirat mi yaptıracaksınız... Eş , dost , arkadaş , ahbap , yakın demeyin... Hiçkimseye güvenmeyin... Ve başında durmadan , istenilenleri kendiniz arayıp bulmadan hiçbir tamir işine kalkışmayın...

Babamızın ve kayınbiraderimin bütün hayatını bir kenara koyup günlerdir sanayide arabanın başında beklemesini mi anlatsam , kayınbiraderimin en güvendiği arkadaşı tarafından arkasından haince hançerlenmesinden mi dert yansam hangi birinden başlayacağımı bilemiyorum...

Sanayide araba tamiri denilince durucam şöööylee bir düşünüceğim... Ömrüm boyunca aklımdan çıkmayacak can acıtıcı hatıralar olarak anımsayacağım bu yaşadıklarımı... Bize bunları yaşatan o ruhsuzun meslektaşlarımdan bir öğretmen olması da içimi burkan diğer bir tarafı.. Adı dilimin ucuna geliyor ama hadi diyorum Allahından bul ve çamurun bulaşmasın üzeimize , pisliğinde boğul...

Asıl en ağır yarayı insanlara duyduğum güven duygusunun zedelenmesinden aldım... Bir de ödüllendirilip müdür yardımcılığına atanacakmış kansız , imansız... Ahhhh ah dedim , nasıl bir dünya şu yaşadığımız... Ne kadar tepene çıkıyorlarsa , o kadar değer , kıymet görüyorlar... Siz siz olun , 2. el araba alırken , sanayide ağır tamir işine girerken 2 kere düşünün ve arabanızın başında bekleyin... Bizlere dualar edip , çok çok geçmişler olsun deyin de , en kısa zamanda kurtulalım bu başımızdaki katmerli beladan... Sevgi ve Saygılarımla... FIRAT ÖÇAL